24 Aralık 2016 Cumartesi

JaM & DoDo I

Yer: Çukurambar
Yıl: 1991
Kahramanlar: Saltuk - Sarey
  
 Sabahın erken saatleriydi, bu ellere geleli 2 yıl gibi bir süre geçmesine rağmen Saltuk; Hamide anasının heybesine tıkıştırdığı bir tas katık, üç domates, iki salatalık ve tandır ekmeğinden oluşan azığını özlerken buluyordu kendisini çarşamba sabahları. Köylü pazarı kurulur, Sarey'i görmek için gitse de bunu zorturların Ali'sinden ve gafarların Hüseyin' inden saklardı.Yaşadığı yerde böyleydi bu tür şeyler ama Emek'teki pastanelerde meşrubatlarını yudumlayanları görünce hasbinallah çeker yönünü başka sokaklara çevirirdi. Saltuk için fazlaydı bunlar. Sabancı kız yurdunun köşesinde kanununu çalarken camdan gördüğü,önünden geçip yurda giren bu üniversitelilere bakıp bakıp kendi kızlarının okuma hevesini gözden geçirirdi. Hele bir de yanında erkeklerle gelen kızları görünce köşedeki manavcı Ali Emmi'ye bakar benim nevaleyi hazırla da yavaş yavaş gideyim derdi. Öyle çok fazla almazdı evde bulunsun diye düşünürdü. Saltuk gelenekçi bir ailenin tek evladıydı. Babası Bafra'da pidecide çalışmış, annesinin vefatıyla orada daha fazla kalamayıp Kayseri' ye dönmüşlerdi. Babasını da geçen yıl kaybedince iyice ıssızlaşan baba ocağına gideceğini pek de zannetmiyordu. Zira Sarey ve çocuklarıyla mutlu mesut yaşıyorlardı.
 Saltuk gündüzleri çorap çamaşır satar, akşamları ise kanun çalmaya çıkardı. Fasıl ekibine bir türlü giremediği için üzülür ama şapkasında ufak ellilik şıngırtısını işittiğinde mızrapını daha bir iştahlı vurur, dinleyicisine gülümsemesini ihmal etmezdi. Kanun çalmayı dedesi Apır Veli'den öğrenmişti. Yıllar sonra Emek'te, Bahçeli'de kanun çalarak para kazanacağını elbette bilemezdi. İsmini Sarı Saltuk'tan esinlenerek koymuştu dedesi zamanında. Bre Saltuk bi Fidayda çal da sevdiceğim Ankara seymeni görsün diye takılanlar olurdu da Saltuk pek takmaz gülüp geçerdi. Nadir de olsa düğünlere gider düğünün sonuna kesinlikle Çubuğuna Lüleyim halay havasını saklardı. Oy lele lele İBRAAAM OYY makamına geldiğinde daha bi şenlenir suratında muzip bir ifade belirerek gelinle damada mutluluklar dileyip çıkardı. Eve dönerken Sarey'in sevdiğini bildiğinden kokoreç, çocuklara da şekerleme alırdı. Kendisine de iki paket kısa maltepe alır bir paketin hemen hemen yarısını eve gidene kadar tüttürürdü. Evleri iki göz odaydı, üst katta ev sahibi oturuyordu. Saltuk kirasını, faturasını hiç aksatmaz evine fırsat vermezdi.
 Son günlerde gündüzleri evde oturup sadece geceleri işe çıkmaya başlayan Saltuk, Malatya'lı seyyar satıcı çeteleri ile uğraşmak zorunda kalmıştı...
İlk at üzerindeyken görmüştü Sarey onu. Sarey'in babası çarşıdan dönüşte vita yağ, gemlik zeytini, şeker sucuğu, toka, mintak temizlik malzemesi getirirdi. Çocuklarını mutlu etmeyi bilirdi Düzgün Baba. Sarey de mutluydu mutlu olmasına ama çarşı nasıl bir yerdi merak ederdi. Babasından defalarca dinlemesine rağmen bi daha bi daha anlat.
 17 yaşına bastığı yıl bir şekilde babasını ikna etti ve çarşıya beraber çıktılar. Pekmez satan işportacıların,kavun tarlalarının arasından ilerleyerek çarşıya girdiler. Hayallerinin de ötesinde kendi içinde sevimli ve sıcak çevreye aval aval bakarak dolaşırken nar ve ayva dolu heybeleri gördü ilk önce. Daha sonra babasından dinlediği bi dörtlük geldi aklına; Alma al'ı
                                                                                                    Satma kır'ı
                                                                                                    Yağızında binde biri
                                                                                                    İlle doru, ille doru.
 Kır atın üzerindeki yağız delikanlı al yanaklı Sarey'e dokunaklı, yumuşak adeta baykuşun kanat çırpışları gibi sessiz ama arada mesafe bırakmayan tavırlarla yaklaştı...
                                                                                                 

31 Mayıs 2016 Salı

Öyle Bir Yerdeyim ki

  Dünya nüfusunun bir araya gelse bile izah edemeyeceği, açıklamakta güçlük çekeceği anılar barındıran bir ortam var mıdır ? Yada çam kozalaklarını her tepiklediğinizde o anki gerçek sevincin yerini saldırganlığın aldığı bir yer? Güzel olmaya aday olan her günü tekrar tekrar yaşamayı isteyen insanların oluşturduğu bir yerde yukarıdaki iki sorunun cevabı ortak.
  Aslında hissedilen duygulara karşı verilebilecek bütün dönütler de aynı. Hep böyle tekrara düşen bir yaşamın içinde küçük şeylerin beslediği büyük ruhlar da yok değil!  Ayakta kalmanızı sağlayan çok az olumlu gelişme yaşandığından bunların kıymeti oldukça büyük. Tabii her ortamda olduğu gibi burada da şartlarımı nasıl daha iyileştirebilirimin cevabını aramanız gerekiyor. Öyle çok ekstra efora gerek duymadan bunu başarabilmek mümkün. Çünkü yaşam alanınız belirli sınırlar dahilinde ve gizli saklı çok az şey var. Anlayabildiğim kadarıyla zor askerlikten ziyade iyi veya kötü komutanın emri altında olmak var. Eğer daha makul ve öngörülü bir komutanınız varsa o kadar kolay bir askerlik yapar ve hizmetiniz tamamlarsınız. İyi veya kötü komutandan kastım ise iyi olan işini bilen ve en kolay yoldan sorunu çözen anlamında, kötü olanı ise; anlama yeteneği zayıf ve emri altındakilere pratiklikten uzakta bir yol gösteren komutan olarak tanımlayabiliriz. Her ikisini de gördüğüm için bu ayrımı yapabiliyorum. Hemen hemen her yerde olduğu gibi burada da iki ihtimal var. Ya sabun olursun ya da kağıt olursun. Sabun olursan kıyak musluğun deliğinden vıjıt akar gidersin ama kağıt olursan yine iki ihtimalin var. Onun için hemen sıvılaşıp bulunduğun kabın şeklini al ve çarpılma.
  Asla hiç bir şeyden anlama, salağa yat ve olacakları bekle. Sorumluluk almaktan uzak dur, komutan karşısında sırıtma çünkü söyle biz de gülelim demiyor aksine seni güldürtüyor! Ettirgenlik fiilini yaşamak askerlik hizmetinin en bktan şeyleridir haberin olsun. Seni seven insanların sana verebileceği en büyük öğüt aman ha çarpılma! Çarpılırsan da artık o senin kişisel becerine kalıyor durumdan yırtabilmek adına. Yok ben almayım temiz temiz takılayım diyorsan her an tetikte bekle ve asla boşvermişlik seviyelerine inme. Bol bol küfür işiteceksin komutanlardan ( tabi bunlar şahsa değil ağız alışkanlığı olup hedefsiz küfürlerdir), bu durum ilk birkaç gün biraz sevimli ve komik gelse de ( çünkü akşam yattığında günün kritiğini yaparken ulan ne komik adam nasıl güzel küfür ediyor modlarına giriyorsun) ilerleyen günlerde sıradanlaşıyor. Sıradanlaşmak zaten yazılı olmayan bir kanun gibi askerlikte. Sıradanlaşmasına en çok sevineceğiniz durum ziyaretçi günleri. Etrafta dışarıdaki hayatını yansıtan çocukların koşuşturması, günler sonra gördüğün sivil kıyafetli insanlar, sevdiklerin, ve bir an önce anlatmak istediğin irili ufaklı anılar. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadan biter ziyaret saati. İyi komutan kadar iyi tertipin, iyi can dostunun da olması çok önemlidir. Grup sohbetlerinde genelde martava anlatılır, makara kukara çoktur eğlenirsin epey. Ama halinden anlayan birini bulmak yatmadan önceki o bir saatini sana yüksek moral ve motivasyon olarak geri dönüştürür. Dertleşecek insan veritabanı gibi görünse de askerlik, dertlerini anlattığın bir kişi vardır yada yoktur. Bu da yazısız kurallardandır. Kendi tertibini kollamak, özellikle de bölük, takım, manga yada ekibindeki can dostunu kollamak esas unsurdur. Tertibini yanlış yapsa da rütbeliye ispiyonlamamak sana olumlu dönütler sağlar bunu asla unutma.
  Değil herkese, hiç kimseye güvenme! Can dostuna bile. Askerlikte komutana bile güvenme.  Sadece yaptıklarına güven. Yani kendine. Elinden geldiği kadar yardımsever olmaya çalış, çünkü ufak tefek yaptığın bu olumlu ilişkiler diyalog kurmanı, özellikle de yaklaşık 16 saat ayakta kaldığın için gününü daha iyi geçirebilmeni sağlıyor. Arkadaşlık sohbetleri bir süre sonra yerini Freud'un insanlığın doğuştan gelen iki temel dürtüleri olan cinsellik ve saldırganlığa kendini teslim ediyor. Bu konuda genelleme yapmıyorum sadece gözlemlerim bunu gösteriyor. Tabii bahsettiğim o tırnak içerisindeki bir sürelik zarf içinde de edilen sohbetin keyfi ve kalitesi az değil. Bol bol sıvı tüketimi oluyor. Zira bunun için gerekli olan temel madde bozuk para. En azından içinde bulunduğum yerde en çok ihtiyaç duyduğum şey bozuk paraydı. Bu tür şeyler ( bu arada bunlar askerlik sınırları içerisinde sosyal faaliyetler olarak kabul ediliyor) askerliğin olmazsa olmazı olan sıraya girerek yapılıyor. Ps oynamak için sıra, kantin için sıra, duş için sıra, masa tenisi için sıra, kısacası her şey sıra ile.
  Birkaç tane de püf nokta vereyim. Komutanın karşısında dimdik, çakı gibi çıkıp kendini seçkin ve gür sesle takdim edersen bil ki işin yüzde ellisini kopardın demektir. Ama eğer komutanın karşısına yamuk, özensiz, sessiz bir şekilde çıkarsan seni dinlemeden başından savar. Bir ikincisi tek başına olduğunu unutma ve orada hükmü sağlayan insanların dediklerinden şaşma. Kararı onlar verir uygulama kısmını sen yaparsın. Üçüncü olarak himayesi altında olduğun komutan ne derse doğru olan odur. Başındaki komutana bir başka komutan böyle dedi veya böyle öğretti cümlesini sakın kurma. Çünkü o an o komutanın dediklerinden sorumlusun. Başka bir husus işten kaçmaya çalışırsan söbelenirsin ve içinde bulunduğun bölüğü, takımı, koğuşu tek başına yakarsın. Ne iş veriliyorsa ikiletmeden yerine getirmeye çalış ve temiz bir şekilde konuyu kapat. Benim de yaptığım yanlışlardan biri olan kendi tertibinle çok fazla laf dalaşına girip gereksiz yere sinirlerini hoplatma, işi tatlıya bağlayıcı kelimelerle cümleni kur ve konu kapansın.
  22 gün süren acemilik dönemine ait gelişmeler böyle. Sağlıcakla kalın ve kafanızı yoran her şeyi bir kenar bırakıp konuyu kapatmaya çalışın. Konu kapanmıştır :)

24 Mart 2016 Perşembe

Yerden Yüksek

 Hafta sonu vardır bide sınavların olduğu hafta sonu vardır. Geçtiğimiz hafta sonu sınavların olduğu bir hafta sonuydu. Ohh be bir hafta sonu gelse diye bekleyenler için hafta sonuna yaklaşılan günlerde akşam yemek yendikten sonra birdenbire hortlayarak ortaya çıkan ''babaaa hafta sonu açık öğretim sınavları var beni bırakır mısın'' ? sorusu apse yapmış dişe yanlışlıkla dokunulması etkisi yaratır ebeveynlerde. Durumun vahametiyle cebelleşemeden tamam yavrum gideriz dersin. Ancak bu durum bizim gibi ailelerde büyük erkek kardeşe yıkılır. Nitekim böyle de oldu. Cumartesi günü paşalar gibi kalktım, kardeşimle birlikte dolmuşa atladık ve okula geldik. Etraftaki enerji hat safhada, herkes çok enerjik. Kantinde çay içtik falan derken sınav saati yaklaştı ve kardeşimi sınav salonuna uğurladım. Asıl martava buradan sonra başlıyor. Böylesi günlerde herkesin toplu olarak gerçekleştirdiği klasik işler vardır. Genel olarak evli çiftler,nispeten yalnız gelmiş babalar, benim gibi abiler, ve yalnız kalmasın diye gelen vefakar arkadaşlar okul bahçesinde bekleşirler. Yapılan işler ise şöyledir;
 *Şayet hava iyiyse kısa bir keşif yürüyüşünün ardından yerleşilecek mekan belirlenir.
 *Bu işlemden sonra hemen bi büfe aranır ve gazete alınır. Yanında meşrubat vs.
 *Sonra belirlenen yere gelinir ve eldeki o gazete defalarca evrilir çevrilir adeta verilen paranın tam olarak hakkını teslim eder sınavzedemiz.
 *İkinci bir grup ise yanlarında getirdikleri termostan ölümüne çay içerler ve bu grup genellikle arabada bekler çocuklarını.
 *Başka bir grup ise daha okula gitmeyen çocuğuyla gelmiştir. Olacaklar belli; kimse arabaya binmeden herkesten önce arabanın bagajına futbol topunu sıkıştırmıştır. Millet sınava girince bu velet babaa top oynuyak mı ? diye vızıldamaya başlar, babası olum ne topu dese de o top oynanır istisnasız.
 * Benim grubuma gelince. Keşif turuna çıkmak önceliğimdir. Önce okulun bahçesini gezerim. Sonra eğer eski ve tarihi bir okulsa dışarıya çıkar ve çevresini gezerim. Bundaki amaçlarımdan biri okulu çevreleyen duvarlarda su bardağından daha geniş delikler vardır. Ve bu deliklere sokuşturulmuş çok acayip malzemeler bulabilirsiniz. Mesela ben okuldan çaldığım tebeşirleri bu deliklere saklar okuldan sonra alır ve mahallede seksek sahası çizerdim. Bizim zamanımızın meşhur topları olan kozalakları yine bu deliklere saklardık. Ancak en çok okula gizli bir giriş var mı bunu yakalamaya çalışırım. Nedense böylesi tünel, dargeçit ilgimi çeker böyle yerlerde.
 *Benim en çok sevdiğim grup yalnız gelmiş babalardır. Bu adamların yüzlerinden bellidir orada olmak istemeyişleri. Sürekli çay alır kantinden, bahçede etrafa bakınarak dolanır, topu sağa sola kaçan veletin topuna kundura ayakkabısıyla vurur ve bu esnada suratında (belki de en sevdiğim nokta burası) hafif bi tebessüm belirir, fasılalarla sigarasını tüttürür ve elini daima arkasında tutarak yürür. Benim için bu adamlar efsanedir ve kolaylıkla iletişime geçilebilir.
 *Diğer bir grup ise orta yaşlı ve dışarı eşofmanlarını giyinip gelen rahatına düşkün arada çay almaya gidip gelirken telefon sigara cüzdan çakmak ne varsa elinde taşıyarak dolaşır. Bunlardan pek hazetmem zaten bunlar da etrafla pek ilişkili değildir.
 *Son grup ise garip bi şekilde orada tanışan ve acımasızca laflayan annelerdir.
  Bütün bunlar kendiliğinden olur ve o bahçede bekleşen insanlar bütün bu olanlara karışmaz, hatta çok tatlı da bir huzuru vardır sınav bahçesinde bekleyenlerin.

18 Mart 2016 Cuma

Heaven nor helL

  Antonis Fotsis... Bu adam Türk takımlarının canını yakan ceza atışlarını çok iyi bir şekilde atmasıyla ünlü. Ekran başında benim de çok canımı yakmıştır. Kaldırır ve hiç düşünmeden atar bu arkadaş. İsmini telaffuz etmeye de bayılırım bu arada. Hazır bu konuya değinmişken delicious kelimesinin telaffuzuna da bayılırım. '' Bayılırım'' kelimesini kullanmaya da bayılırım. Neyse sana iyi bayılmalar demeden en iyisi geçeyim ben mevzuya.
 Bizim nesil, bizden önceki nesil, bizden çok çok önceki nesil ve büyük ihtimalle bizden sonraki nesil anne ve babalarından aman oğlum aman kızım siyasetle uğraşma, derslerine bak, okumana bak nasihatlerine maruz kaldı, kalıyoruz ve kalacaklar. Var mı bir sakıncası, açıkçası yok. Hayhay derim geçerim. Zira benim zamanımın (lise dönemleri) kendimce en büyük siyaseti Erdal Öz ve Nihat Behram kitapları okumak, dersaneden çıktıktan sonra konur sokağa şöyle bir girip çıkmak, ve tarih dersini asıp 6 mayıs anmasına katılmaktır. Lise yıllarımın aktif siyaset yaşamı böyle geçmiştir. Haa unutmadan son bir anım daha var. Okulda sosyoloji hocamız ismini unuttum ama Erkin'di galiba. Sosyoloji dersinde ülkemizin üniter bir yapıya sahip olduğundan bahsederken deli gibi Erdal Öz,Nihat Behram ve Halit Çelenk okuyan ben birden boş bulunarak atılmıştım ve üniter devlet yapısını açıklar mısınız hocam demiştim. Saolsun kırmamıştı beni ve açıklama yapmıştı.( Bu söyleyeceklerimin konu ile ilgisi yok ama aynı hoca cuma günleri iki tane fotomaç gazetesi almama sebep olmuştur. Aslında işin içinde o kadar trajikomik olaylar var ki. Dur anlatayım bu konu ile ilgili kronolojik yaşanmışlıkları. Okul bahçesinde beklerken müdür muavinimiz ''o horoz kafalarınızı tavuk kafasına çevircem bir gün'' diyerek ilk korkuyu ortaya salardı. Neyse bunu bir şekilde atlatırdım ben ama o esnada okul giriş kapısından geçerken bu Erkin hoca kenardan bana pis pis sırıtırdı. Hiç unutamam o gülüşünü. Neden gülüyordu biliyor musunuz çünkü ceketimin sol iç cebinde fotomaç gazetesi vardı ve bunu ikimizden başka sadece sınıftaki erkekler biliyordu. Ama bütün bunlarla birlikte sadece benim bildiğim bişey vardı, o da ikinci bir fotomaç gazetesinin çantamda olduğuydu. O benim göz bebeğimdi. Velhasıl ikinci ders Erkin hoca gelirdi ve birkaç dakika konuşup öss-ygs hazırlanalım diye soru çözmemiz için bir nevi boş bırakırdı. Ardından yavaaşş yavaş yanıma gelir ve gasteyi versene derdi. Bu hadise en az 10 defa aynı senaryo eşliğinde yaşanmıştır. Hiç düşünmez ve bilmezdi bu çocuk sosisli yemesi için evden aldığı paraya iki tane gaste alıyor bir tanesini kendisine veriyor diye. Neyse ben hakkımı helal ediyorum hocaya. Sayemde iddaadan üç beş kuruş kazandıysa o da helal olsun. Neyse sınıftakiler harıl harıl test çözerken! ben ve birkaç arkadaşım alttan alttan maçları belirler ve kuponu yapardık. Ahh ulan ahh lise ve dersane günlerim.)
 Derken üniversiteye geldik. Birkaç hınzırlık dışında siyasete bulaştığım yine söylenemez. Birkaç hınzırlık dediğim iki üç duvar yazısı, topluluk danışmanımızın üzerine yürüme! (nasıl bir ifade ise bir insanın üzerine yürüme, atalarımız işte böyle demişler) birkaç yürüyüşe katılmak vs vs.
 Şimdilerde ise okul hayatımı bitirmiş ve kariyer planlamasına geçmiş biri olarak her evden çıkışımda hala amann oğlum siyasetten uzak dur sözünü işitirim.
 Yani diyeceğim şu ki; ne cennet ne de cehennem...

6 Ocak 2016 Çarşamba

BAĞ BOZUMU

  Seyahat etmenin vermiş olduğu bir huzur vardır, bilir misiniz? Ben her yolculuğumda kesin huzurlu oluyorum. Kat edilen yolların her metresi bende ayrı bir etki yaratır. Geçitler, dağlar, tüneller, köprüler... Çok iyi hatırlıyorum Ankara/Tuzlu çayır'da otururken yaz tatillerinde köye giderdik. Otobüsün AŞTİ' den Mamak köprüsüne gelmesi ortalama yarım saat sürerdi.(Evden çıkarken babam böyle derdi ve buna göre hareket ederdik). Bavullarla Mamak köprüsünde otobüsümüzün gelmesini beklerdik. Ben o esnada gelen otobüslerin hepsine bakar ve baba bu mu baba şu gelen mi derdim. Babam yok oğlum daha var birazdan gelecek derdi. ((Geçen otobüslerin ismine, rengine çok dikkat ederdim. Hala da böyle bir huyum vardır. Hatta Sinop üniversitesi OTOBÜS KAPTANLIĞI bölümüne kayıt yaptırmışlığım bile vardır :). )) Sonunda otobüsümüz gelir kardeşimle birlikte dört kişi bütçemize uygun olarak almış olduğumuz iki koltuğa yerleşirdik. Yerleşirdik diyorum çünkü koltukların her santimini kullanırdık yolculuk süresince. O kadar tatlı gelirdi ki o yolculuk annem bazen babama atardı beni, sonra babam anneme... Yolculuğun ortalarında boşalan koltuklar olunca babam oraya otururdu. Bunların hepsi hala zihnimde çok taze ve canlı. En çok sevdiğim durumlardan biri de yanımızdan başka bir otobüsün geçmesiydi. İnanılmaz mutlu olur sanki cama yapışır gibi o otobüsün geçişine yada bizim onu geçişimize dalıp giderdim. Annem cimciklerdi en sonunda koltuğa yapıştırırdı. Vee can alıcı anlardan biri olan molalar :)). O zamanlar bilmediğim ama şimdi Kırşehir/ Mucur olduğunu çok iyi bildiğim yerde mola verirdik. Orada çok güzel bir oyuncak vardı çok severdim onu. Böyle elime aldığımda şıppık şıppık oynardım. Sıvı bir şey gibi görünüyordu ama hiç elime bulaşmıyordu o sıvılık. Annem zararlı o deyip alırdı elimden. Sonra geri verirdi. Bir süre sonra gönlüm geçince tamamen alırdı ve bir daha göremezdim oyuncağımı. İkinci molayı ise Gürün ilçesinde veriyorduk. Orada da benim yaşımdaki çocuklar hemen otobüse dalardı. Ellerinde kavanozlar kenger sakızları kenger sakızları diye bağırırlardı. Kavanozun içinde beyaz beyaz şeyler görünüyodu. Sakızlardan çok çocuklar dikkatimi çekerdi. Elimi ağzıma sokup onları izlerdim. Ama bişey düşünmezdim onlarla ilgili sadece izlerdim. Çocukluğumun bende bıraktıkları bunlardan ibaret.
 Erişkinliğim de ise dört kişilik ailelerin yine iki koltuğa yerleşmelerini büyük bir zevkle izliyorum. Peronda otobüs beklerken ( artık mamak köprüsünde ve babamın talimatları doğrultusunda beklemiyorum) diğer otobüslerin ismine, rengine ve çocukluğumdan farklı olarak modeline çok dikkatle bakıyorum. Şıppık şıppık oynadığım oyuncak yok ama kenger sakızları kenger sakızları diyen çocuklar duruyor. Yolculukta başka bir otobüs gördüğümde hala annemin cimciklemsine ihtiyaç duyduğum anlar oluyor. Bütün bunların hepsi bende o kadar huzur verici bir etki yaratıyor ki tarif edemiyorum. Hatta şu an başıma buyruk bir otobüs yolculuğuna çıksam ne güzel olurdu. 
  Bağ bozumu adını verdim ama galiba onun verdiği güzel duygu ile bendeki bu otobüs sevdası birbirine eş değer. Sıradaki molada görüşmek üzere,